Amerikalı psikolog Abraham Maslow 1943 yılında yayınladığı ve bizim “ihtiyaçlar hiyerarşisi” olarak bildiğimiz ve sonrasında geliştirilmiş olan insan psikolojisiyle ilgili teorisinde; bir kategorideki ihtiyaçları karşılanmamış kişinin bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemeyeceğini söyler.
Bu teoriye göre; ihtiyaçların en başında nefes alma, beslenme, uyku, sağlık ve cinsellik gelmektedir. Yani “Fizyolojik” ihtiyaçları karşılanmayan birey bir üst ihtiyaç hiyerarşisine yani “Güvenlik” ihtiyacına geçemeyecektir. Bu ihtiyaçlar hiyerarşisi “Sevgi/Ait Olma, Saygınlık ve Kendini Gerçekleştirme” olarak sıralanmaktadır. Bu yazının konusu bu teorinin detaylarından çok güven ve güvenlik duygusu kaybolmuş insanların, gündelik hayatta koşulları kontrol etme duygusuna olan ihtiyacının nasıl karşılanması gerektiğidir.
Kahramanmaraş merkezli 7.7 MW ve 7.6 MW büyüklüğünde 6 şubatta başlayan deprem dalgası maalesef devam etmektedir. Binlerce artçı ve arkasından Hatay’ da 6.4 MW büyüklüğündeki deprem hem bölgeyi hem de bütün Türkiye’ nin ruh halini sarsmıştır. Deprem binlerce yaşam alanını yıkmış ve binlerce insanı aramızdan ayırmıştır. Bölge insanı yaşadığı ve yuva olarak bildiği mekanların deprem nedeniyle kendisine maddi ve manevi kayıp vermesinin şokunu tüm ülkeyle birlikte hala yaşamaktadır. Bu ruh hali içindeki tüm ülke insanının güvenlik ihtiyacı zedelenmiş ve yaşam alışkanlıkları -mecburen- değişmiştir. Temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanlarda, olumsuz hava koşullarıyla mücadele etmenin yanında, yakınlarını kaybetmenin acısıyla panik, korku ve genel anlamda güvensizlik hissiyle karamsar, depresif bir ruh hali eğemen olmuştur.
Bu sarsıntıların devam edeceğinin bilim adamlarınca dillendirilmesi neticesinde toplumun bir kısmı içinde bulunduğu bu olumsuz durumu, inandığı yaratıcının bir imtihanı olarak kabul ederken bir kısmı da coğrafya kaderdir özelinden bilimden uzaklaşmanın bir sonucu olarak değerlendirmektedir. Ancak genel anlamda yaşadığımız bu durum hepimizde boşlukla birlikte hiç bir şey yapmamak, keyifsizlik ve hiç bir şeyden tatmin olmama hissi uyandırmıştır.
Şu an genel duruma baktığımızda, yaşanılan bir krizdir ve bu hal sorunların -belli bir zaman diliminde- çözümsüzlüğü anlamına gelir. Afetin tanımında ise bu durum yerel imkanlarla baş edilemeyen olaylar silsilesi olarak ifade edilir. Fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplarımız, sekteye uğrayan veya akışı duran yaşantımız ve tüm Türkiye’nin olumsuz etkilenmesi sonucunda karamsarlık bulutlarında kaybolmuş ruh halimiz ise bizimle birlikte zamanda evrilmeye devam edecektir.
Türkiye coğrafyasında fayların üzerinde yaşıyoruz. Fay “kırık” demektir. Üzerinde yaşadığımız arz kabuğu kırılıyor ve dalga üretiyor. Bu dalgalar bizi sarsıyor, yaşam alanlarımızı yıkıyor ve zarar gördüğümüz bu olaylar bizi olumsuz etkiliyor. Yani yaşadığı hayat insanı incitip, kırıyor. Kültürel bir varlık olan insan bu durumu olduğu gibi kabul edip kırık bir şekilde yaşayacak ya da kırıldığı yerden sürgün verip tekrar yeşerecektir.
Lakin ümit, ümitsizlikten her zaman büyüktür. Bu yıkımların daha fazla kırmasına, ruh halinizi bozmasına ve depresif durumlara yol açmasına müsade etmeyelim. Bu gibi zamanlarda tabi ki üzülür ve suçluluk duyarız. Enerjimiz düşer ve genel bir isteksizlik haline bürünürüz. Bundan kurtulmanın birinci yolunun işimize odaklanmak olduğunu bilelim. Eğer durumunuz müsaitse afete uğramış insanlara yardım edelim. Bu acıları önleyecek, müdahale edecek ve zamanı geldiğinde aktif görev alabilecek organizasyonların içinde bulunalım. Ya da bu oluşumlara olanağımız nispetinde destek verelim. Her şeyden önemlisi de bu durumun bizim de başınıza geleceğini düşünerek kendimizi ve hayatımızı sorgulayalım. Ne zamana kadar mı? Bizi üzen, sıkıntı veren, hayatınızın içindeki büyük olarak gördüğünüz bir çok sorunumuzun aslında çok önemli olmadığını, daha önemli sorunlarımızın olabileceğini, hayatın bize her an sürprizler getirmeye odaklı çalıştığını fark edinceye kadar…
Afetsiz günler dileğiyle…
*
HÜSEYİN KANZA