Bir fizikçi, bir antropolog, bir kimyacı, bir jeolog ve bir matematikçiden oluşan bilimsel bir heyet; incelemeler yapmak için Anadolu’da ıssız bir köy kırsalında bulunuyorlarmış.
Aniden hava bozmuş ve bardaktan boşanırcasına bir yağmur başlamış. Bilimsel heyet de ıslanmamak için koşa koşa, ceketlerinin etekleriyle başlarını örtmeye çalışarak, yakındaki bir köy evine sığınmışlar.
Anadolu insanı misafirperverdir. Beklenmedik misafirlerin evine doluştuğunu gören MEMİŞ AĞA, buyur edip hoş geldiniz dedikten sonra misafirlerine bir şeyler ikram etmek istemiş. Ancak evde yeterliği hazırlığı yokmuş. Mahcup olmamak için komşularına gitmek için evden çıkmış.
Memiş Ağa çıktıktan sonra yağmurda kapağı, Memiş Ağa’ nın evine atan bilim heyetinin dikkati, içinde bulundukları odadaki sobanın üstünde toplanmış. Soba altına yerleştirilmiş taşların üstünde, yerden bir metre kadar yüksekte duruyormuş. Bilim heyeti arasında, sobanın neden böyle yerden bir metre yukarıda kurulduğu üstüne bir tartışma başlamış.
Kimyacı: “Ev sahibi, sobayı yükselterek, kendi gövdesel aktivasyon enerjisini azaltmak istemiş. Böylece daha kolay yakmayı amaçlamış sobayı,” demiş.
Fizikçi: “Yok, demiş; adam, sobayı yükselterek, sıcak hava dolaşımıyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.”
Jeolog: “ Unutmayalım ki, demiş; burası tektonik bir hareketlilik bölgesi. Adam, sobayı taşların üstüne kurarak, herhangi bir deprem sırasında, taşların üstüne yıkılmasıyla, yangın olasılığını azaltmak istemiş.”
Matematikçi: “Dikkat ederseniz, demiş; yükseltilen soba, geometrik bir merkezin içinde duruyor ve odayı dengeli ısıtma olanağı sağlıyor.”
Antropolog ise: “ Bana göre; demiş, adam, ilkel toplumlarda görülen ateşe tapmanın daha hafif bir biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarı kurmuş,” diye tartışırlarken o sırada Memiş Ağa gelip içeri girmiş ve hemen hepsi ona dönerek sormuşlar:
-“Sobayı neden yükseğe kurdun?” diye.
Memiş Ağa gayet sakin, “BORU YETMEDİ DE ONDAN!” demiş.
**** **** **** ****
Bugün ülkemizin ortasında da bir soba kurulmuş duruyor. Bu sobaya biz afet ve acil durumlar özelinde “DEPREM” diyoruz. Çeşitli katman ve kültürlerden oluşan Türkiye coğrafyasında yaşayan Türk Milleti olarak, ortak sorunumuz olan bu hadiseyi olduğu gibi değil de kendimizce değerlendirmeye kalktığımızda sorunu ıskalarız. Zira insanlar dünyayı olduğu gibi değil, kendi oldukları gibi görüyorlar. Herkes kendi mesleği, eğitimi, kültürü, dini, siyasi görüşü, dünya algısı ve önyargıları çerçevesinde değerlendiriyor olayları. Analitik düşünceye sahip olmadan yapılan tespitler de bizi yanlış teşhislere götürebilmektedir. Çünkü aynanız kirli ise karşısına getirdiğiniz her şeyi lekeli gösterecektir.
Memiş Ağa’nın misafirleri misali herkes ortak olan bu konuyla ilgili farklı söylem ve eylem içerisinde bulunursa karmaşa olur, karmaşa anarşiyi doğurur. Anarşiden birlikte hareket etme kültürü çıkmaz. Bizim birlikte hareket etmeye yani koordine olmaya ihtiyacımız var. Değişik örgütlenmelerin ve faaliyetlerin ortak bir hedef ve sistem içerisinde bütünleşmesi gerekiyor ki biz buna KOORDİNASYON diyoruz. Afet ve acil durumlar koordinasyonu gerektirir ve ortak dil (anlayış) aynı lisan (kavram) şarttır. Bütünleşik afet yönetim sistemi de yurt genelinde koordinasyonu gerektiren özel durumlardır.
Hazırlık, Zarar Azaltma, Müdahale, İyileştirme, evrelerinden her birinin aslında birbirinden bağımsız bir durumu söz konusu değildir. Bu evrelerin ayrıntısına burada girmeyelim ama bu yönetim tarzının yaşamımızda geçerli olması, yaşam biçimimiz haline gelebilmesi adına koordinasyonSUZLUK ve ortak dil aynı lisanı kullanmıyor olmamız sistemin önündeki en önemli engeller olarak gözükmektedir.
Afetsiz günler dileğiyle…
*
HÜSEYİN KANZA